Öğretim üyemiz Doç.Dr. Murat Emre Kartal’ın Ege bölgesinde yaşanan depremler hakkında yapmış olduğu basin açıklaması

EGE BÖLGESİNDE DEPREM GERÇEĞİ VE SON KARABURUN, BODRUM DEPREMLERİ

 

Ege Bölgesi Türkiye deprem bölgeleri haritasında; batıda Gediz grabeni, kuzeyinde Tuzla fayı doğusunda Karaburun aktif fayları ile sınırlandırılmış bir bölgede yer almaktadır. Tarihsel dönemde bu bölge için 1899 Menderes depremi, yüzey yer değiştirmeleri gözlenen ilk depremdir. İzmir ili ve çevresinde tarihsel dönemlerden beri yıkıcı depremler nedeni ile can ve mal kayıpları olmuştur. 2017 yılı ile birlikte Ege Bölgesinde yaşanan 5-7 arasında büyüklüklerde kaydedilen depremler birçok vatandaşımız tarafından hissedilmiştir.

 

Ege Bölgesinin uygarlık geçmişine baktığımızda birçok medeniyetin depremlerden ciddi zarara uğradığını görüyoruz. Ege Denizi’ndeki depremlerin gerçekleştiği fay hattı ile Marmara Denizi’ndeki fay hattı tektonik rejim olarak farklı olup birbirinden bağımsızdır. Ancak doğrudan bir karşılaştırma yapmak çok doğru olmasa da KAF’da (Aktif sağ-yanal atımlı fay) aynı büyüklükte yaşanan depremlere göre Ege Bölgesinde ve özellikle Ege denizinde oluşan depremler mukayese edilecek olursa yapılarda oluşturacakları hasar bakımından daha büyüktür. Her ne kadar ülkemizde oluşan depremler genelde yerin 5-20 km altında oluşan, sığ depremler olarak adlandırılan depremler olsa da özellikle deniz tabanında ortaya çıkan depremler gerek yerleşim alanlarına olan uzaklık gerekse sıvı ortamda yayılan depremin enerjisini kaybederek yapılarda oluşacak hasar riskini düşürmesi ve buna bağlı oluşacak can kayıplarını azaltması açılarından düşünüldüğünde, bölge halkının sükunetini koruması ve endişeye kapılmaması son derece önemlidir.

 

Depremlerin meydana geldiği yer göz önüne alındığında, genellikle Ege Deniz tabanı içerisinde yer alması dolayısıyla, bu depremlerden bazıları MTA tarafından hazırlanan Aktif Diri Fay Haritasında yer almaması gibi bir durum karşımıza çıkmaktadır.

 

Ülkemiz bulunduğu konum nedeniyle önemli çok sayıda fay hattının yer aldığı bir ülkedir. Bunlardan en önemlisi Kuzey Anadolu Fay (KAF) hattıdır ve tarih boyunca önemli büyüklükte ve yıkıcı etkisi büyük depremler üretmiştir. Son yıllarda yapılan akademik çalışmalardan elde edilen bilgilere göre bu fay hattında gerilme artışı gözlenmekte olup yakın bir gelecekte önemli depremler oluşması beklenmektedir. Ege bölgesi bahsedilen bu fay hattından farklı tektonik özelliklere sahiptir, dolayısıyla KAF’da oluşabilecek bir depremin Ege bölgesindeki fay hatlarına gerilmeler bakımından etki etmesi pek beklenen bir durum değildir.

 

21.07.2017 Temmuz gecesi saat 01:31’de yerin 5 km altında gerçekleşen ve moment büyüklüğü (Mw) 6.6 olan bir deprem gerçekleşmiştir. Aynı bölgede büyüklüğü değişken olmakla birlikte 300’den fazla meydana gelen (Mw:4.2-Yunanistan, Mw:3.0-Kos adası, Mw:3.0-Oniki adalar) deprem serisi bir anda dikkatleri Türkiye’nin güney Batısında ve Ege denizi kenarında yer alan Bodrum yarımadasına çekmiştir. Bölgenin jeolojik özelliklerine bakıldığında yaklaşık 400 km²’lik bir alana sahip olan bodrum yarımadasındaki magmatik kayaçlar, çevredeki komşu Ege adalarıyla birlikte özel bir alanı teşkil etmektedir. Yarımadada temeli Paleozoyik yaşlı ve “Güllük Formasyonu” olarak adlandırılan konglomera-kumtaşı-şeyl ardalanmasından meydana gelen hafif metamorfik bir birim oluşturur.

 

Bodrum yarımadası depremsellik açısından özellikle Gökova fay zonu uzunluğu yaklaşım 180km olarak Gökova körfezinin kuzey kenarı boyunca uzanır. Gökova fay zonu, birbirine paralel birkaç sıra ark seklinde normal faylardan oluşmaktadır. Bölgenin deprem oluş düzeni oldukça karışıktır. Kara içeresinde genelde deprem oluş düzeni deprem dizileri şeklinde oluşmaktadır. Deprem dizileri içlerinde yoğun deprem etkinlikleri-fırtınaları barındırırlar. Ancak Oniki adalar bölgesi, genelde Ege-Anadolu levhasının sınırını oluşturmakta, bölgede bindirme ve oblik faylanmalar büyük depremleri meydana getirebilmektedir. Ege-Anadolu levhasının orta ve iç kesimlerinde sığ odaklı ve çekme gerilimine bağlı depremler, kenar kesimlerinde ise sıkışma gerilimine bağlı depremler meydana gelmektedir. Çekme gerilimi normal fayların oluşumuyla serbestlenerek levha içi genişlemeye neden olmaktadır. Bodrum kasabasını tamamen yıkan önemli bir deprem de 1493 yılında meydana gelmiştir. Son 120 yıllık peryotta Muğla-Bodrum civarında 70 civarı vatandaşımızın öldüğü, 60 ile 3200 arası evin yıkıldığı depremler yaşandığı bilinmektedir.
Günümüze kadar elde edilen deprem kayıtları ve bilinen faylara göre, İzmir ve çevresinde 5 veya 7 arasındaki büyüklüklerde depremlerin oluşması muhtemeldir. Depremlerden tedirgin olarak yaşamaktansa depremle yaşamayı öğrenmek için gerekli tedbirleri gecikmeden almamız gerekmektedir. Unutmamalıyız ki depremin insana doğrudan zarar verdiği durumlar, yapıların ya da insanların kendi kendine verdiği zarara kıyasla çok daha azdır.

 

Mevcut bilgileri gözden geçirdiğimizde, herhangi bir hasara veya yıkıma yol açmayan depremlerde bile insanların öldüğü birçok vaka bilinmektedir. Bunun en önemli sebebi ise insanların korku ve paniğe kapılarak binaların balkon ve pencerelerinden atlaması ya da üzerlerine eşyaların devrilip düşmesidir. Bu bağlamda karşımıza çıkan en önemli husus eğitimdir. Eğitimin mutlaka ilköğretim sıralarından başlaması ve orta öğretim ile yüksek öğretime kadar devam etmesi gerekmektedir. Bu konuda şahsım üzerime düşen görevi yapmaya hazır olup üniversitelerin AFAD ile birlikte hareket ederek geleceğimizin teminatı gençlerimizi küçük yaşlardan itibaren bilinçlendirmesi önem arz etmektedir. Bu konuya ait en önemli örneklerden biri 2004 Endonezya depreminde Tayland’ın ünlü tatil beldesi Phuket adasında 10 yaşındaki İngiliz kız çocuğu olan Tilly Smith’in denizin çekilmesiyle tsunami olacağını tahmin edip kumsaldakileri uyarması sonucu onlarca insanın hayatını kurtarmasıdır.

 

Depremler yaşattığı olumsuz etkilerin haricinde aslında dünyamızın hala hayatta olduğunun da bir göstergesidir. O nedenle bundan sonra yaşanacak olan depremlerin olağan olduğunu kabul ederek hareket etmeliyiz. Bu bağlamda, depremlerin her zaman var olacağını ve onlara engel olamayacağımıza göre bu sarsıntıların yaşatacağı etkilere karşı önlemler almamız gerektiğini kabul etmeliyiz.

 

İnsanların deprem konusunda bilinçlendirilmesi ve eğitilmesinin yanı sıra sağlam zeminlere depreme dayanıklı yapıların yapılması da diğer önemli bir husustur. Yapının türünden ziyade mühendislik hizmeti (proje ve imalat) ile yapılmış olması çok daha önemlidir. Yapının çelik, betonarme, ahşap ya da yığma olması tek başına depreme dayanıklı ya da dayanıksız olacağını göstermez. Özellikle köylerdeki bilinçsiz kerpiç yapılaşmaların küçük büyükteki depremlerde bile hasar gördüğünü hatırlayalım. Maalesef ki çoğu insan için ev almak manzara, iş yerine ya da metroya yakınlık, yatırım vb. kriterleri dikkate aldığından depreme dayanıklılık en son sorgulanan ya da hiç akla gelmeyen bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Halbuki deprem sırasında oluşan sarsıntılar esnasında evinizin deprem yönetmeliğine uygun inşa edilip/edilmediği ya da mevcut yapınızın deprem yönetmeliğindeki performans hedeflerini sağlayıp/sağlamadığını bilmek size sükûnet ve güven verecektir. Deprem de zarar görmeniz durumunda depremin hemen ardından hasar görmüş yapınızdan sağ salim dışarı çıkabilmiş olmanız ve Afet Toplanma Alanlarına en kısa surede ulaşabilmeniz metroya ya da sahile ulaşabilmenizle kıyaslanabilecek bir husus değildir.

 

Günümüzde inşaat malzeme ve üretim teknolojisiyle standartlara uygun yapılar yapılması daha da kolaylaşmıştır. Burada hazır beton kullanımının yaygınlaşması, güncellenen yazılımlar ile deprem yönetmeliğine uygun binaların yapılması projelerin gerçeğe uygun yapılmasına ciddi katkıda bulunmaktadır. Aslında depremlerde hasar gören binalar irdelendiğinde bunların çoğundaki ortak sorunun standart ve yönetmeliklere uygun yapıların yapılmaması olduğu görülmektedir. Yani gerek üniversitelerde gerekse farklı toplantılarda verilen mühendislik eğitimi ve bilgilerinin doğru kullanıldığı bir yapının tümüyle yıkıldığı ve insanların hayatına mal olduğu bir yapı olduğu hususunda herhangi bir bilgiye sahip değilim.
2011 Van Depremi’nin akabinde hasar görmüş bazı binalardan alınan beton karot numune sonuçları C2-C3 gibi akla hayale sığmayacak değerlere sahipti. Bu durum inşaat sektöründeki işleyişin ve inşaatı yapanların güvenilirliğini tartışmaya açmıştır. Ayrıca, benzer yapıların olması muhtemel olduğu düşünüldüğünden herhangi bir depremde yaşanacak felaket bize önceden haber vermekte olup ülkemizin bina envanteri ile ilgili konuyu bir kez daha ön plana çıkarmıştır.

 

Peki İzmir’de durum nedir? İzmir’deki eski yapılaşma ve yapılar deprem öncesi, esnası ve sonrası için ne durumdadır?

 

İzmir şehir merkezi ve çevresinde ki yapılaşma incelendiğinde yapıların ciddi bir kısmının oldukça eski ve mevcut deprem yönetmeliğine uymayan yapılar olduğu anlaşılmaktadır. Bu mevcut yapılaşmanın ne kadarı herhangi bir afet yönetmeliğine uygun gerçekleştirilmiştir? Diğer bir husus da derz bırakılmayan bitişik nizam yapıların çokluğudur. Deprem esnasında farklı frekanslarla titreşim yapacak yapıların birbirine vurarak kendi başına sağlam kalacaksa bile hasar alması muhtemeldir. Ayrıca, bu yoğun yapılaşma içinde toplanma merkezi olacak alanların kıtlığı hatta olmayışı da ciddi bir sorun olarak önümüze çıkmaktadır. Depremde insanlar evlerden kurtulsa bile üzerlerine diğer binaların ya da enkazlarının düşmesi halinde kaçabilecek ya da saklanabilecek alan olmaması can sağlığı bakımından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bütün bu durumlar deprem yaşanmadan ön görülmesi gereken konulardır. Bu durumda bireysel olarak her bir vatandaşımız şu soruyu kendisine sormalı; “Deprem olduğunda uygulamamız gereken Afet Acil Eylem Planımız nedir?” Bu kapsamda öne çıkması gereken bir diğer husus bireysel, toplumsal ve kamusal olarak deprem öncesi, esnası ve sonrasında neler yapılması gerektiğinin belirlenmiş olmasıdır.
Eğer biz ilk ve orta öğretimdeki çocuklarımızı eğitip bilinçlendirebilirsek en azından anne ve babalarına “Oturduğumuz ev depreme dayanıklı mı?” ve “Afet acil eylem planınız var mı?” soruları yönelten bilinçli bir nesil yetiştirmiş oluruz.

 

Bu soruların cevapları ile ilgili olarak bireyselden öte bölgesel belirsizlikler ve olumsuz cevaplar varsa kentsel dönüşümle depreme dayanıklı yeni ve İzmir’e yakışır modern konutların yapılması önem kazanmaktadır. Burada özellikle altının çizilmesi gereken nokta evsel değil kentsel dönüşümdür. Eski evi yıkıp yerine yenisi yapılarak bir sonuç elde edilmez. Çünkü sizin evinizin sağlam olması tek başına yeterli değildir. Komşu binaların da depreme dayanıklı olması da afet toplanma alanlarının varlığı da bir o kadar önemlidir.

 

Son olarak belirtmek istediğim husus; İnşaat mühendisi olarak görevimizin depreme dayanıklı yapılar yapmak; insanları doğal afetlere karşı güvende yaşayacakları ortamlar sağlamakla birlikte halkımızı doğal afetler konusunda eğitmek ve bilinçlendirmektir. Ve akademisyen olarak görevimiz bu fikirleri kendine amaç edinmiş, dürüst, sorumluluğunun bilincinde inşaat mühendisleri yetistirmektir.

 

Doç.Dr.Murat Emre KARTAL
İzmir Demokrasi Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi.